Hatıla! projesi kapsamında gerçekleştirdiğimiz “beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları programını DVV International’ın Türkiye temsilcisi ve stratejik partneri olarak yürütüyoruz.
Programda 2017-2019 yıllarında kolektif hafıza, hatırlama, unutma ve yüzleşme konularına ilgili ve eleştirel yaklaşımı olanların, hafıza ve vicdan mekânlarının demokratikleşmeye katkıda bulunabileceğine inananların, dünyadaki deneyimlerden yararlanmalarını, bilgi ve deneyim değişimi yapmalarını ve bu deneyimi Türkiye için işlevselleştirmelerini amacıyla onlarca gönüllümüz dünyanın dört bir yanındaki hafıza ve vicdan mekanlarında 30-60 gün geçirdiler. Deneyimlerini blog yazılarıyla paylaşan beraberce gönüllüleri, Deneyim Paylaşım Atölyeleri ile de Arjantin’den Bosna’ya, Hollada’dan Güney Afrikaya çeşitli hafıza ve vicdan mekanlarına dair deneyimlerini, çalışma alanlarını paylaşmaya devam ediyor.
Ufuk Aydın / beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları 2019 Gönüllüsü
Ukrayna’ya “Gökyüzü Kahramanları ve Haysiyet Devrimi’nin Müzesi-Maidan”a gidecektim gönüllü olarak, ama ne Ukrayna ne de müze hakkında yeterince bilgim vardı. Üstelik soru işaretleri bunlarla sınırlı değildi. Hafıza neydi, unutmak neydi, hafıza mekânı derken neyden bahsediliyordu ve Ortadoğu halkları olarak hafıza denen şeyin neresindeydik biz? Kendimce bazı sonuçlara varmıyor değildim, ama daha derinlikli düşünmek gerekiyordu ve işte bu program; bu alandaki düşüncelerimin yoğunlaşması için büyük bir fırsattı. Kuşkusuz her yolculuk gibi bu yolculuk da cevaplarla birlikte yeni sorulara yol açacaktı. Galiba öyle de oldu.
Hazırlıklara başladığım ilk andan itibaren Maidan protestolarını incelemeye koyuldum. 2013 Kasım ayında Ukrayna’nın başkenti Kiev’de başlayan protestoları hatırlıyordum. O dönem cezaevinde olduğum için yeteri kadar bilgi sahibi olamasam da yıkılan Lenin heykeli ve gösterilerin aşırı sağcılar tarafından yapıldığı haberleri bende bir antipatiye yol açmıştı, başka yerlerde böyle olmayabileceğini düşünmek aklımın ucuna dahi gelmemişti. İşte bildiğimi sandığım bazı şeylerin revize edilmesinin zamanı gelmişti ve ben bunu çok seviyordum.
Kiev sokaklarında gezmeye ve insanlara sorular sormaya başladığım ilk andan itibaren kafamdaki soru işareti büyümeye başlamıştı. Granit Devrimi, Turuncu Devrim ve nihayetinde EuroMaidan Devrimi. Sadece on yıllar içerisinde bu kadar devrimin nasıl mümkün olabildiğini düşünürken tarihimizi hatırlayıveriyorum: 61 darbesi, 72 darbesi, 80 darbesi… Her şey inadına karmaşıktı ve bu durum beni iyiden iyiye afallatıyordu. İlk zamanlardaki şaşkınlığıma sizi de ortak etmemek adına kısa bir tarih gezintisine çıkalım; önden buyurun lütfen.
UKRAYNA TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ
Her yerde bulunabilecek tarih bilgilerine geçmeden önce kendi izlenimimi aktarmak istiyorum. Geçirdiğim 33 günlük süre, insanlarla yaptığım konuşmalar ve araştırmalarım beni çok da uzak olmayan meselelerle yüzleştirdi. Ukrayna da tıpkı Ortadoğu toprakları gibi büyük imparatorluklar arasında konumlanmış bir coğrafyaya sahip ve maalesef tarih boyunca bu imparatorluklar arasındaki savaşın da en büyük kaybedeni olmuş. Birinci ve ikinci dünya savaşlarında yurttaşlar, farklı ordularda yer alıp birbirleriyle savaşmak zorunda bırakılmışlar. Örneğin Naziler ülkeyi işgal ettiklerinde oradaki yurttaşlar “komünist” oldukları için, Sovyetler aynı şeyi yaptığında ise “faşist” oldukları için cezalandırılmışlar. Cezalandırılmışlar dediğime bakmayın, yüzbinlerce insan kurşuna dizilmiş ve bir o kadarı da kamplarda yaşamını yitirmiş. Dolayısıyla bugün bile ülkenin doğusu ile batısı arasındaki fark hissedilebilir ölçüde. Batıya gittikçe ciddi bir Rus aleyhtarlığı ile karşılaşırken, doğuda insanlar Rusça konuşmaktan çekinmiyorlar. Böylesi bir zihni parçalanmışlık; ülkenin siyasi istikrara kavuşması önündeki en büyük engel. Şimdi de daha ansiklopedik bilgilere geçelim:
Ukraynalılar; Rus ve Belaruslar ile birlikte Doğu Slavlarını oluşturan üç halktan biri. 8. Yüzyılda kurulan Kiev Prensliği’ni Ukrayna milliyetçileri bir Ukrayna Devleti olarak görürken, Rus milliyetçileri bunun bir Rus devleti olduğu yönünde ısrarcıdırlar. Ruslar, Ukrayna dilinin köylerde ve Polonyalıların etkisiyle çıktığını savunmaktalar. Ülke tarihinin farklı dönemlerinde birçok güç tarafından işgal edilmiş ve halk sürekli dini ve siyasi baskıya uğramış. Lehistan, Avusturya-Macaristan, Rus Çarlığı bunlardan yalnızca birkaçı. 1917 Şubat Devrimini takip eden süreçte Kiev’de Ukrayna Ulusal Cumhuriyeti ilan edilir, 1918’de savaştan yenik ayrılan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dağılınca ise Batı Ukrayna Cumhuriyeti kurulur.
Her iki bağımsızlık da kısa sürer, zira Doğu Cumhuriyeti bir süre sonra Sovyetlerin, Batı Cumhuriyeti ise Polonya’nın egemenliğine girer. Sovyetler 1939 ve 1944’te Batı Ukrayna topraklarını ele geçirince bugünkü Ukrayna sınırları aşağı yukarı çizilmiş olur. Nihayetinde 1991 yılında Sovyetler dağılınca Ukrayna da bağımsızlığını elde eder.
Şimdi de “The Revolution of Dignity” yani “Haysiyet Devrimi”ne giden sürece bakalım.
“Maidan Nezalezhnosti” yani Bağımsızlık Meydanı Ukrayna’nın başkenti Kiev’in merkez meydanı. Ukrayna’nın bağımsızlık hareketinin başlangıcından bugüne birçok protestoya da ev sahipliği yapan Bağımsızlık Meydanı pek çok farklı isimle bilinir, ancak çoğunlukla Maidan yani meydan olarak anılır.
Maidan; Ukrayna için tarihi olduğu kadar bağımsızlık süreci ile birlikte tarih de yazan bir mekân, meydan olur. 1990’larda Sovyetler Birliği’nin çözülme sürecine girmesi ile birlikte diğer eski Sovyet ülkeleri gibi Ukrayna da bağımsızlık sürecine girer. Bu süreçteki protesto ve toplantılara ise aylarca Maidan ev sahipliği yapar. Protestolar sonucuna ulaşır ve Ukrayna 24 Ağustos 1991 tarihinde Sovyetler Birliği’nden ayrılır.
Maidan daha sonraki süreçlerde de ülkenin yakın tarihine damgasını vuran birçok kitlesel protestoya ev sahipliği yapmaya devam eder.
Ukrayna’da 1994-2004 yılları arasındaki 10 yıllık dönemde Cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Leonid Kuçma, iktidarının son yıllarına geldiğinde desteğini iyice kaybeder. Zira bu dönemde hem yolsuzluklar yaşanmış hem de muhaliflere olan baskılar artmıştır. Toplumsal meşruiyetini her geçen gün daha da kaybeden Kuçma, anayasayı değiştirip tekrar aday olmak yerine, Başbakan Victor Yanukoviç’in adaylığını destekler. Rusya yanlısı doğu ve güney illerinin desteğini alan Yanukoviç’e Rusya da açık destek verir. Batı illerinde ise Viktor Yuşçenko desteklenir. Seçimlerin ikinci turu sonunda Yanukoviç’in kazandığı açıklansa da seçimlere hile karıştırıldığı iddiaları yüzbinlerce kişiyi Maidan’a toplar. Bunun üzerine seçimler yenilenir ve Viktor Yuşçenko Cumhurbaşkanı olur. Başbakanlığa ise “Turuncu Devrim” olarak adlandırılan bu sürecin öne çıkan aktörlerinden Yuliya Timoşenko getirilir. Ancak bu dönemde siyasi istikrarın bir türlü sağlanamaması; beraberinde Yanukoviç’in tekrar güçlenmesini getirir. Nihayetinde 2010 yılında yapılan seçimlerde Yanukoviç galip gelir ve Cumhurbaşkanı olur.
2013 yılına gelindiğinde Maidan bu sefer de “Haysiyet Devrimi” olarak nitelendirilen süreçteki protestolara ev sahipliği yapar. Rusya yanlısı Viktor Yanukoviç iktidarının Kasım 2013’te Ukrayna-AB Ortaklık Anlaşması’nı imzalamayı reddetmesi üzerine Kiev’de başlayan protestolar Ukrayna’yı tarihinin en büyük kaosuna sürüklerken, Rusya ve Batı arasında da “Soğuk Savaş” yıllarını aratmayan gerginliklerin başlangıcı olur. Kiev’de Rusya yanlısı Yanukoviç’in iktidardan inmesi talebiyle başlayan kitlesel protesto eylemleri, polislerin yoğun şiddet kullanması üzerine çatışmaya dönüşür. Polislerin hedef gözeterek açtığı ateş sonucunda 107 protestocu hayatını kaybederken yüzlercesi de yaralanır, gözaltına alınır. Nihayetinde 22 Şubat 2014 gecesinde Yanukoviç charter uçuşu ile Rusya’ya kaçar. Sonuç olarak seçimlere gidilir ve oyların %54.7’sini alan Petro Poroşenko Cumhurbaşkanı seçilir.
Tüm bu yaşananlardan kısa bir süre sonra Kırım Rusya tarafından ilhak edilir. Olayların devamında Rus nüfusun ve Rus yanlılarının ağırlıkta olduğu, ülkenin doğusundaki Donbass bölgesinde (Donetsk ve Lugansk), büyük ölçüde Moskova destekli milis örgütlenmeleri ile Kiev yönetimi arasında çatışmalar yaşanır. Rusya destekli Donetsk ve Lugansk “Halk Cumhuriyetleri” tek taraflı bağımsızlıklarını ilan eder. Halen süren çatışmalarda on binlerce kişi hayatını kaybeder, birçok insan göç etmek durumunda kalır, şehirlerin altyapıları büyük zarar görür.
GÖKYÜZÜ KAHRAMANLARI VE HAYSİYET DEVRİMİ’NİN MÜZESİ -MAIDAN
Maidan Müzesi’ni anlamak için tüm bu yaşananları yerli yerine oturtmak gerekiyor. Müze, bildiğimiz manada bir müze değil; elbette bir çalışma ofisi ve bilgi edinme merkezi bulunuyor. Ancak her şeyden önce burası bir açık hava müzesi. Olayların gelişip büyüdüğü her yer adım adım birer anıta dönüştürülmüş. Maidan’ı gezerken hemen her köşe başında karanfillerle süslenmiş, fotoğraflarla bezenmiş yerler görebiliyorsunuz ki bunlar hayatlarını kaybeden insanların tam olarak nerede vurulduklarını gösteren işaretler. Etkilenmemek elde değil, insanlar sürekli bu anıtlarda mumlar yakıyor ve buralara çiçekler bırakıyor. Müzenin bilgi merkezinde yer alan konferans salonunun tabanında gösteriler sırasında devlet güçlerinin ve protestocuların konumlanışını gösteren bir harita mevcut. Özgürlük evi adını verdikleri bu salonda, sadece Maidan ile ilgili çalışmalar yapılmıyor, dayanışma kültürünün devamını amaçlayan, demokrasi tartışmalarının yürütüldüğü herkese açık bir forum mekânı olarak da kullanılıyor. Müze bünyesinde yer alan bir birim, gösteriler sırasında protestocuların kendilerini korumak için kullandıkları nesneleri (molotof kokteylleri, kalkanlar vs) toplamakta ve bunların hem kendi sergi salonlarında hem de ülkenin dört bir yanında kurulan diğer müzelerde sergilenmesine yardımcı olmaktalar. Tüm bu faaliyetlerin toplumsal hafızaya ciddi katkılar sunduğu aşikâr. Ukrayna’da iktidar değişiminin birinci yolu elbette seçimler ancak toplumsal hafıza ve mücadelenin getirmiş olduğu özgüven ile hükümete nerede durması gerektiğini söyleyebilen bir halk gerçekliği de mevcut.
Aslında beraberce değişim programının amacı, Maidan müzesindeki çalışmalara ilişkin bilgi sahibi olmam ve bu deneyimi bir şekilde Türkiye’ye de aktarabilmemdi. İlk zamanlar sorduğum sorulara aldığım cevaplar bana asla yeterli gelmiyordu. Sürekli araştırmama, insanlarla konuşmama rağmen zihnimdeki görüntüler netleşmiyordu ve ben de anlamaktan yorgun düşerek günleri tüketiyordum. Zira okuduğum makaleler ve gördüklerim arasında bağlantı kurmakta zorlanıyordum. Bu durum insan hikayelerine daha fazla odaklanmam gerektiğini fark edene kadar böyle sürdü. Hikayeleri daha dikkatli dinlemeye başlayınca da taşlar bir bir yerine oturmaya başladı.
Okuduğum birçok makale Haysiyet Devrimi’nin aşırı sağcılar tarafından yapılmış bir sağ devrim olduğu yönünde bilgiler içeriyordu, fakat müzede karşılaştığım insanların Neonazi denebilecek bir eğilimleri ya da bakış açıları yoktu. Anlayabildiğim kadarıyla Rus propagandası sonucu uluslararası medyanın bir kısmı buna ikna edilmişti.
Maidan müzesinde çalışanların birçoğu bu gösterilerde yer almış insanlar ve protestoların yaşandığı dönemde öğrencilik hayatlarına devam etmektelermiş. Örneğin beraber çalıştığımız Victor Kryvonosov o dönem güzel sanatlarda okuyan bir öğrenciymiş. Gösterilere uzun saçlarına eşlik eden gitarıyla katıldığını belirtiyor ve hayatı boyunca şiddetle arasında mesafe koyduğunu ısrarla vurguluyor. Victor polis tarafından vurulan ilk göstericinin ölümüne şahit oluyor ve o andan itibaren kendilerini savunmaları gerektiğine inanarak protestocuların savunma organizasyonunu üstleniyor. Süreç onu Ukrayna’nın doğusunda Ruslar tarafından işgal edilen bölgede gönüllü olarak askerlik yapmaya kadar götürüyor. Bugün artık müzede daha yararlı işler yapabileceğini düşündüğünden çalışmalarını müzede yürütmekte. Buna benzer birçok hikaye mevcut. Müzeyi ziyaretinizde gösterilere katılmış insanların merkezi ziyaret ettiğini ve gözyaşlarıyla nesneleri incelediğine tanık oluyorsunuz. Maidan gerçek anlamda halkın kolektif olarak oluşturduğu bir müze; milyonlarca kişinin yapımına katkıda bulunduğu ender müzelerden.
HAFIZA, UNUTMAK VE ORTADOĞU
Her yolculuğun bir belleği olmalı peki benim payıma ne düştü? Kocaman bir soru: Ortadoğu halkları olarak hafıza denen şeyin neresindeyiz biz? Yolculuğum boyunca bu sorunun cevabını aradım durdum; tatmin edici cevaplar bulduğum söylenemez belki ama bu, bir kaç şey yazmama engel olmamalı kanımca.
Öncelikle Ortadoğu halkları olarak bize hep unutmak dayatılır. Yaşamaya devam etmek istiyorsan “unut” denir, hafızalarımızdaki kıyımlar bizim için yangına ilk atılacaklar listesindedir. Travmalarımızı atlatmamızın yolu onlar hakkında konuşmak değil onları unutmaktır. Hatta çoğu zaman yalnızca unutmak için hatırladığımız dahi söylenebilir, zira hatırlatılan bir şey varsa hep başka şeyleri örtbas etmek içindir. İyileşmek istiyorsak unutmalıyızdır. Böyle olunca da bizde hep aynı insanlar, hep aynı kötüler, hep aynı kıyımlarda ısrar ederler. Aslına bakılırsa unutmak iyileşmek için iyi bir yol olabilirdi hatta en iyi yol bile olabilirdi. Lakin unutamıyoruz. Belki unutmuş gibi yapıyoruz ancak hikayelerimizin ağırlığını sırtımızda taşıyor, kuşaktan kuşağa aktarıyoruz.
O halde şöyle de denebilir: Madem unutamıyoruz o halde doğru hatırlayalım. İşte tam da bu nedenle iyi müzelere, hafıza mekânlarına ihtiyacımız var. Birilerinin bize öykümüzü geri vermesini beklemeden ona uzanmalıyız. “Güzel gerçeğin peşinden koşmayandan kendini gizler” demiş Tarkovsky. Sahi ne zamandan beri bıraktık gerçeğin peşi sıra koşmayı?
__________________________
[1] Edip Cansever