Saraybosna, hafıza ile mekân ilişkisini, ana akım tarih gibi “belirli” insanların hikayelerini anlatarak, belirli insanların hayatlarını daha yaşanır görerek kurmaya daha yatkın bir yer. Buna tezat düşecek çalışmalar olsa da genellikle belirli anlatılarda, vatan için kendini “feda etmiş” belirli insanların anıtları üzerinden hafızalaştırma durumu söz konusu. Örneğin; kuşatma sonrasında yapılan Dayton Antlaşması, toplumsal hafızada Saraybosna’yı özgürlüğüne kavuşturan antlaşma olarak yerini alırken özellikle feministler, bu antlaşmanın daha çok parçalanmaya ve insanları birbirinden ayırarak tek bir dine dayalı ulusun Bosna Hersek’te görünür olmasına neden olduğunu öne sürüyorlar. Barış müzakerelerinde kadın temsilinin ve görünürlüğünün olmadığına dair feminist eleştiriler, yaşadığımız yüzyıl ve yıl içinde aslında hala barıştan değil, etkilerinin sürdüğü savaştan bahsediliyor olması, Saraybosna’daki hafıza çalışmalarının görünürdeki halinin derinine inmemiz için bizi motive etmeli.
Proje için bulunduğum Saraybosna’da, çalıştığım müze haricinde bölgedeki hafıza çalışmalarının ve hafızanın izini sürmek için feminist örgüt CURE, queer feminist lgbti+ örgütü Okvir ve Post Conflict Research Center ile görüşmeler yaptım. Özellikle Okvir ve Post Conflict Research Center’ın hafıza ve yüzleşme üzerine çalışmaları bulunmakta. Okvir, Bosna’nın hafızasında yer almayan, yok sayılan lgbti+’ların 90’lardaki kuşatma sırasındaki hafızalarının izini sürerken Post Conflict Research Center, “sıradan insanların”, bu “sıradan insanların” saldırı esnasında din ve ulus farkı gözetmeksizin oluşturduğu dayanışmanın, kadınların deneyimlerinin izini sürüyorlar. Okvir, hem Saraybosna’daki lgbti+ görünürlüğü üzerine çalışıyor hem de kuşatmadan hayatta kalmış olan lgbti+’ların tanıklık ve deneyimlerini topluyor. 2016’dan itibaren Queer Arşiv ismiyle oluşturdukları çalışma, Saraybosna’daki kuşatmaya dair normatifleşmiş bir anlatının yok saydığı “diğer” hafızaları açığa çıkarmaya odaklanıyor.
Okvir’den Azra/Azur, kuşatma ve saldırı sırasında hayatta kalma mücadelesi vermiş ve cephede savaşmış kadın ve lgbti+’ların toplumsal hafızada yer almadığını belirtilirken CURE’dan Selma, saldırı ve kuşatma sırasında Saraybosna’da kadınların, eğitim, sağlık ve sosyal sistemin aktif yürütücüleri olmasına rağmen toplumsal hafızada kadınların hayatta kalan değil de sadece “tecavüz mağduru” olarak temsil edildiklerini belirtiyor. Hatta proje için görev aldığım müze haline getirilmiş Umut Tüneli’ni kuşatma zamanında kullandığını ama kendisi gibi kadınların hikayelerinin burada da anlatılmadığını, yok sayıldığını, bunların hafızalaştırılmadığını belirtiyor.
Savaş altındayken sürdürülen dostlukların, beraberliklerin, deneyimlenen sevişmelerin çok iyi olduğunu, dürüstlükle ilerlediğini belirtiyor Selma, “çünkü savaştasın ve bu yüzden o zamanlar hep söylenilen ve düşündüğümüz: bugün varsın, yarın yoksun.” diye de ekliyor. Ama toplumsal hafızada hep “acı çeken, şehit düşen, feda eden” hayatlar olarak Bosna halkının yer ettiğini, kendisinin anlattığı gibi hikayelerin yer almadığını söylüyor.
Okvir’den Azra/Azar ise saldırı ve kuşatmaya karşı kadın, lgbti+’ların ve feministlerin çok katkı sunduğunu ama hafızada yer almadıklarını, bunun adaletsizlik olduğunu belirtiyor. İçselleştirilmiş homofobi, transfobi ve kadın düşmanlığının savaş zamanında da olduğunu ekleyen Azra/Azar, bunların yanı sıra ulusalcılık kaynaklı kolektif hafızada sorunlar olduğuna dikkat çekiyor.