Hatıla! projesi kapsamında gerçekleştirdiğimiz “beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları programını DVV International’ın Türkiye temsilcisi ve stratejik partneri olarak yürütüyoruz.
Programda 2017-2019 yıllarında kolektif hafıza, hatırlama, unutma ve yüzleşme konularına ilgili ve eleştirel yaklaşımı olanların, hafıza ve vicdan mekânlarının demokratikleşmeye katkıda bulunabileceğine inananların, dünyadaki deneyimlerden yararlanmalarını, bilgi ve deneyim değişimi yapmalarını ve bu deneyimi Türkiye için işlevselleştirmelerini amacıyla onlarca gönüllümüz dünyanın dört bir yanındaki hafıza ve vicdan mekanlarında 30-60 gün geçirdiler. Deneyimlerini blog yazılarıyla paylaşan beraberce gönüllüleri, Deneyim Paylaşım Atölyeleri ile de Arjantin’den Bosna’ya, Hollada’dan Güney Afrikaya çeşitli hafıza ve vicdan mekanlarına dair deneyimlerini, çalışma alanlarını paylaşmaya devam ediyor.
Evrim Mercan / beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları 2019 Gönüllüsü
Zor geçmişlerle yüzleşmek ve acıya dair hatıraları canlı tutmak için “kime nasıl anlatırım”ı düşünmek, yeni bir dil kurmak önem taşıyor. Zira bunların yapılması geçmişe dair insanların belleklerinde var olanla ve savaştan geriye kalan her şeyi nasıl kurgulayacağımızı da baştan düşünmemizi gerektiriyor. Sanat yoluyla bir bellek yaratmak bazen birçok şeyden çok daha çarpıcı oluyor. Bosna Hersek Tarih Müzesi bu anlamda ülke tarihindeki farklı dönemlere ait sanat eserlerini barındırıyor. Müzenin Saraybosna’nın kuşatılmasıyla ilgili olan sergileme alanında ise kuşatma zamanında insanların sanata nasıl sarıldığını anlatan ve bu dönemdeki kültürel ve sanatsal üretimleri sergileyen bir bölüm ayrılmış. Burada sanatın kent için kuşatma zamanında ayrı bir önem kazandığı görülebiliyor. Festivaller, konserler, tiyatrolar dirençle seyirciyle buluşmaya devam etmiş. Sanat, ayakta kalmak, kendi hayatına sarılmak, sesini duyurmak, meydan okumak için en kuvvetli araçlardan biri haline gelmiş.
Sanatın bir nefes alma alanı olduğu, savaş gibi insanın tüm dünyasını değiştiren bir ortamda bile ne kadar gerekli olduğu çoğu zaman göz ardı edilen bir konu. Müzede bununla ilgili bir alan görünce ve müzeyi ziyarete gelen gruplara müzenin anlatımında konuyla ilgili yer verilince ilgimi çekiyor. Kuşatma döneminde kentin kültür sanat faaliyetleri insanlara nasıl bir alan açmış biraz da internette araştırma yapıyorum. Saraybosna’nın kuşatılma zamanında dahi sanatçılar sanat yapmanın bir yolunu aramış. Birçok kişi de bir arayış olarak, savaşın o karanlık ortamından uzaklaşabilmek, normal hayatına devam edercesine zaman geçirmek adına sanatsal etkinliklere koşmuşlar. İnatla, hayati tehlikeye, imkansızlıklara rağmen sanat yapmak bir direniş olmuş aynı zamanda. Seslerini dünyaya duyurabilmek adına dünyayla kurdukları bir bağ olmuş kültür ve sanat etkinlikleri, farklı ülkelerden sanatçılar gelerek performanslar yapmak için çabalamışlar. 1993’te Suzan Sontag’ın Saraybosna’ya gelerek “Godot’yu Beklerken” oyununu çıkarmak için çalışması ve sahnelemesi dünyanın gözlerini bu küçük Balkan ülkesine çevirmiş ve insanların bu kuşatma altındaki hayatları için bir ses olmuş. Dina Abazovic, tezinde oyunun sahnelenme sürecini incelemiş. “Oyuncular kilometrelerce yol yürüyüp provalara geliyorlar, yemek yok, elektrik yok, mumlarla aydınlanma sağlanıyor. Bu direnç savaşın tüm anlamsızlığını ortaya koymak için insanları bir araya getiriyor. Oyunun nerede sahneleneceği, saat kaçta olacağı gibi ayrıntıların olduğu ilanlarda mizahi bir şekilde “pusudaki nişancılara dikkat” uyarısı da yer alıyor”.(1) İnsanların hayatlarında olan bir gerçeği ironik bir şekilde yansıtan bu ayrıntı yaşanılan o tedirgin ve gergin ana daha eğlenceli bakmayı sağlıyor. Bu sadece örneklerden biri, savaş döneminde kentin kültür sanat hayatında hareketlilik devam ediyor. “Görsel sanatlara gelince, şehirdeki altı galeride 177 sergi düzenlendi. Tiyatrolarda 182 gösteri yapıldı ve iki binin üzerinde gösteri yapıldı ve yarım milyondan fazla kişi tarafından izlendi”.(2) Ancak, Sontag’ın Beckett’in “Godot’u Bekliyor”u üretmesi, vatandaşlar ile özel bir ilişkiye sahipti, çünkü performans mevcut durumlarını da yansıtıyordu.
Sanat savaş zamanında insanlar için bir nefes alma alanı açarken zor zamanların daha sonraya aktarılması, belleklere kaydedilmesi için de güçlü bir anlatım oluşturuyor. Sanatın gerçekle kurduğu ilişki ve simgesel anlatımı bizi geçmişin atmosferine ve insanların hislerine yaklaştırabiliyor. Bu duygusal yakınlığı sağlama geçmişle kurulan bağı da güçlendiriyor.
BH Tarih Müzesi sanırım bu yüzden bir tarih müzesi olarak adlandırılmakla birlikte coğrafyayı anlatan yaratıcı işlerin görülebileceği bir müze. Müze, devamlı sanatçıların üretim içinde olduğu, işlerinin sergilendiği bir mekan. Müzenin arşivi sanatçılar için bir araştırma alanı oluşturuyor. Workshopların, toplantıların yapıldığı sürekli etkileşimlerin, üretimlerin olduğu dinamik bir müze olarak ülke tarihini canlı tutuyor ve farklı açılardan ele almayı sağlıyor.
Bu etkinliklerden bir tanesi Saraybosna’ya gelişimin ikinci haftasında gerçekleşti. Akademisyenlerin, müze çalışanlarının, sanatçıların katılımıyla ilki 2018’de Almanya’da, ikincisi 2019 Temmuz’unda Fransa’da yapılan bir seminerler dizisi gerçekleştiriliyor. “Kültür ve Sanat, Avrupa’nın uzlaşmasına nasıl katkıda bulunur?” konulu seminerler dizisinde coğrafyanın farklı bellek alanlarına gezintiler yapılmış ve bu buluşmalarda sanat ve kültür yoluyla çözüm yolu aranmış. Son aşama olarak Zagreb ve Jasenovac şehirlerindeki oturumlar ve bellek mekanlarına ziyaretten sonra son durak Saraybosna oldu. Bosna Hersek Tarih Müzesi’nin ev sahipliği yaptığı üç günlük çalışmada sunumlar, tartışmalar ve süreçle ilgili değerlendirmeler yapıldı. Projeye dahil olan dört ülke Fransa, Almanya, Hırvatistan ve Bosna Hersek’ten öğretmenler, müze çalışanları ve sanatçılar katılmıştı. Benim tam gün olarak katıldığım ve benim için ilginç olan programın ikinci günü Balkan tarihi uzmanı Nicolas Moll eşliğinde şehirde yer alan anıtlar üzerinden yapılan geziydi. Farklı dönemlere ait anıtların incelendiği bu gezide bütün bu anıtlaştırmanın arkasındaki politika, fikir ve yeniden inşa süreci anlatıldı. Saraybosna farklı dönemlere ait birçok anıtın olduğu bir şehir. 90’larda yaşanan kuşatmanın izleri ise anıtlar ve bellek mekanlarıyla kentin bütününe yayılmış durumda.
Geziye ilk olarak Tarih Müzesi’nin önündeki anıt heykeli tartışarak başlıyoruz. Heykel, beyaz taş bir blok şeklinde ve üstünde Boşnakça, Almanca, Fransızca ve İngilizce olarak “Bu taşın altında savaş ve soğuk savaş mağdurlarına bir anıt yatmaktadır” yazıyor. Braco Dimitrijevic tarafından yapılan “Anıt” heykel 18 Kasım 2006 günü müzenin bahçesine dikiliyor. Heykel devletlerin, diktatöryaların anıtsallaştırmasına, arkalarındaki ideolojiye karşı bir duruş sergiliyor. İkinci durak anıt heykelin elli metre ilerisinde bulunan ve Nebojsa Seric Shoba tarafından tasarlanan “ICAR Konserve Et Anıtı” (ICAR Canned Beef Monument). 90’lı yıllardaki savaşta BM güçlerinin dağıttığı konserveler üzerinden bir kara mizah yaratmış. Sanatın ve kara mizahın birleşimiyle güçlü bir anlatım ortaya çıkmış. O yokluk sürecinde yapılan desteklerin ne kadar göstermelik olduğu ve Bosna Hersek’in kendi haline bırakıldığını gösteren bir anıt bir yandan.
Gezi boyunca 92/95 savaşında hayatını kaybedenler için yerleştirilmiş anıtların yanında İkinci Dünya Savaşı’na ait veya sosyalist dönem kahramanlarına ait anıtları da ziyaret ediyoruz. Son olarak savaşa çocukların gözünden bakan “Savaşta Çocukluk Müzesi” ziyaretiyle sonlanıyor gezi.
Müzeye geri döndüğümüzde “Yaşayan Müze” projesi kapsamında “Çağdaş Metinler: Sosyalist İmgeleri Yeniden Hayal Etmek ”sergisinin açılışına katılıyoruz. Müzenin sanat koleksiyonuna araştırmalar ışığında ve yenilikçi müdahaleler yapabilmek için bir platform oluşturulmuş. Küratörler ve sanatçılara müzenin İkinci Dünya Savaşı ve Yugoslavya tarihinin çeşitli konularını kapsayan sanat koleksiyonunda bulunan eserlere yönelik çalışmaları konusunda çağrı yapılmış. Yaz boyunca sanatçılar ve küratörler, koleksiyonu görme, keşfetme ve açık müze atölyesinde yaratma fırsatı bulmuşlar.
Bosna Hersek Tarih Müzesi ülke tarihini devamlı canlı tutmaya çalışan bir müze. Buluşmalarla, tartışmalarla, üretimlerle hikayelere yer verdiği kadar tarihin tekrar düşünülmesini de sağlıyor. Burada yapılan her etkinlik paylaşımları arttırıyor ve ülke tarihinde yaşanılanların unutulup gitmesine izin vermiyor.
Dipnotlar:
* John Berger’ın ilk baskısı 2017 yılında Metis Yayınları’ndan çıkan kitabının adı. Saraybosna’nın kuşatılması sırasında sanat aktivitelerinin insanlar için önemi hakkında bilgi sahibi oldukça bu başlığın uygun olacağını düşündüm.
(1) Dina Abazovic, “Waiting for Godot in Sarajevo, 1993 Susan Sontag’s war production of Samuel Beckett’s play” (Mastr’s Thesis, University of Stavanger, Arts and Education Faculty, 2015), s.
(2) Davor Diclic, Teatar u ratnom Sarajevu 1992-1995 : svjedočanstva, 2004, aktaran Dina Abazovic