beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları

  • 26
    aralık
    beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları
    Bugünden beraberce: Hafıza ve Barış Buluşmaları
    DETAYLI BİLGİ
  • 21
    aralık
    beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları
    Lara Özlen ile Deneyim Paylaşım Atölyesi: Pink Armenia-Ermenistan
    DETAYLI BİLGİ
  • 22
    kasım
    beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları
    Umut Erdem ile Deneyim Paylaşım Atölyesi - Umut Tüneli Müzesi Saraybosna
    DETAYLI BİLGİ
  • 18
    ekim
    beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları
    Deneyim Paylaşım Atölyesi: Gökyüzü Kahramanları ve Haysiyet Devrimi’nin Müzesi-Maidan
    DETAYLI BİLGİ
  • 25
    haziran
    beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları
    Deneyim Paylaşım Atölyesi: Zelal Pelin Doğan ile Esma Hafıza Mekanı Müzesi
    DETAYLI BİLGİ
  • 28
    Mayıs
    beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları
    Atölye - Hafızanın Peşinde: Geçmişi ve Geleceği Kurtarmak
    DETAYLI BİLGİ
  • 20
    Mayıs
    beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları
    Atölye - Wannsee Konferans Evi: Umuda Bir Fener
    DETAYLI BİLGİ
  • 20
    nisan
    beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları
    Atölye: Sergei Parajanov’un Artistismus'u
    DETAYLI BİLGİ
  • 01
    mart
    beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları
    beraberce Sohbetler: Sokaklar, Sokaklar, Kadınlar
    DETAYLI BİLGİ
  • 25
    şubat
    beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları
    Deneyim Paylaşım Atölyesi: The Hague Peace Projects
    DETAYLI BİLGİ
Proje Hakkında

Hatıla! projesi kapsamında gerçekleştirdiğimiz “beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları programını DVV International’ın Türkiye temsilcisi ve stratejik partneri olarak yürütüyoruz.

Programda 2017-2019 yıllarında kolektif hafıza, hatırlama, unutma ve yüzleşme konularına ilgili ve eleştirel yaklaşımı olanların, hafıza ve vicdan mekânlarının demokratikleşmeye katkıda bulunabileceğine inananların, dünyadaki deneyimlerden yararlanmalarını, bilgi ve deneyim değişimi yapmalarını ve bu deneyimi Türkiye için işlevselleştirmelerini amacıyla onlarca gönüllümüz dünyanın dört bir yanındaki hafıza ve vicdan mekanlarında 30-60 gün geçirdiler. Deneyimlerini blog yazılarıyla paylaşan beraberce gönüllüleri, Deneyim Paylaşım Atölyeleri ile de Arjantin’den Bosna’ya, Hollada’dan Güney Afrikaya çeşitli hafıza ve vicdan mekanlarına dair deneyimlerini, çalışma alanlarını paylaşmaya devam ediyor.  

 

Proje

Umut Bozyil / beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları 2019 Gönüllüsü

“Nehir taşıp duruyor, kendini aşıp duruyor.”[1]

Her film, geçmişle kurduğu ilişki bakımından hafıza oluşturmaya, hatırlamaya ya da unutmaya hizmet eden bir zaman makinesi olarak görülebilir. Film, sinematografın geçmişe yapmış olduğu yolculuğun, yaratıcısının artistismus’u[2] ile biçimlenmesi sonucunda ortaya çıkan bir süreçtir. Bu süreç ise hafızanın çalışma prensipleriyle bir takım benzer özellikler gösterir. Film, nasıl mühürlenen zamanın, yaratılan mekanın, mizansenin etkisiyle “gerçekte olduğu gibi değil de” şekillendirilmiş bir sunumsa, hafızamız da hatırlarken seçicidir. Filmin geçmişle kurduğu ilişki ile seyircinin geçmişle olan bağı, filmin yeniden üretilmesinde belirleyicidir. Bu bağlamda sinema, zamanın ve mekanın yeniden üretimi/tasarımı olması hasebiyle geçmişin hatırlanmasında ve yeniden kurulmasında aktif bir rol oynar. “Anılar bizi saldırılara açık, acı çekmeye hazır kılar.” (Tarkovski, 2008, s. 44)

Hafızasına Serpilen İlk Tohumlar

Ermeni yönetmen Sergei Iosifovich Parajanov’un sanatsal kavrayışını anlayabilmemiz için elbette onun yaşam öyküsünü incelemek faydalı olacaktır. S. Parajanov, 9 Ocak 1924 yılında Tiflis’te doğmuştur. Bu yıllarda Transkafkasya’nın başkenti olan Tiflis çok kültürlü, kozmopolit bir nüfusa sahipti. Tiflis, coğrafi kaderi nedeniyle çeşitli zamanlarda Bizans, Osmanlı, Pers ve Rus imparatorluklarının kontrolüne girerek Doğu ve Batı kültürünün kesişim noktası olmuştur. Gürcü kültürünün yanı sıra nüfusun büyük bir kısmını oluşturan Ermeni kültürü ve Azeri kültüründen de izler taşımaktaydı. Bu çok kültürlü yapı, Parajanov’un eserlerinin en belirgin özelliklerinden birini oluşturmaktadır. (Steffen, 2013, s. 24)

S. Parajanov’un babası Iosif (Hovsep) antika tüccarlığı yapıyordu, dolayısıyla çocukluğu bu eserlerin arasında geçti. Hatta ilerleyen yaşlarında geçimini sağlayabilmek için zaman zaman kendisi de bu işi yapmıştı. Annesi Siran ise yetenekli bir piyanistti, hayatı boyunca müzikle olan bağı hiç kopmamıştı. Parajanov, henüz çocukken babasının mesleğinden ötürü evleri sık sık polis tarafından basılırmış. Polisin baskın yapacağını öğrenen Siran, polisler gelmeden önce bazı değerli küçük mücevherleri Parajanov’un ağzına koyup ondan yutmasını istermiş; polisler gittikten sonra ise doğal yöntemlerle mücevherleri geri çıkarttırırmış (Steffen, 2013, s. 26-27). Zihnindeki birçok anı, sanatın yaratıcılığı ve zanaatın teknik incelikleri ile doluydu. Gördüğü ve işittiği her şey onun imge dünyasını zenginleştiriyordu. Hafızası onu, geçmişi yeniden inşa eden bir sanatçıya dönüştürecekti. Parajanov, Rus okulunda eğitim aldığı için en iyi konuştuğu dil Rusçaydı, aynı zamanda Gürcüceyi ve Ermeniceyi de biliyordu. Sanat konusunda yetenekleri anlaşılınca Tiflis Devlet Konservatuarı’nda keman ve şan dersleri almaya başladı. 3 yıl boyunca süren eğitimi esnasında aynı zamanda resim ve bale dersleri de aldı.

Gerasimov Sinematografi Enstitüsü (VGIK) Yılları

1946 yılında, dünyanın ilk sinema okulu olan VGIK (Gerasimov Sinematografi Enstitüsü)’e yaptığı başvuru kabul edildi. Hayatı boyunca tutkuyla bağlanacağı sinema sanatı ile olan ilişkisi Moskova’daki bu saygın enstitüde başladı. Sergei Eisenstein, Vsevolod Pudovkin, Alexander Dovzhenko, Mikhail Romm, Igor Savchenko gibi isimlerin ders verdiği bu okul, bağrından Andrei Tarkovsky, Aleksandr Sokurov, Sergei Parajanov, Konrad Wolf gibi bir çok tanınmış sanatçıyı çıkarmıştır.

S. Parajanov, tarihi eser hırsızlığı ve rüşvet gibi asılsız suçlamalarla ya da cinsel yönelimi gibi suç sayılamayacak nedenlerle yargılanıp üç defa cezaevine girmiştir. Elbette bu suçlamaların altında yatan en büyük sebep yozlaşmış rejime ve bürokrasiye yönelik eleştirileriydi. İlk kez 1948 yılının Ekim ayında Tiflis’te Nikolai Mikava ile yaşadığı ilişki neden gösterilerek tutuklanmış ancak 3 ay sonra dosya temyize gitmiş ve serbest kalmıştır (Steffen, 2013, s. 29). Hapisten çıktıktan sonra VGIK’deki danışman hocası Ukraynalı ünlü yönetmen Igor Savchenko’nun isteği üzerine The Third Blow (1948) ve Taras Shevchenko (1951) filmlerinde asistanlık yapmıştır. Taras Shevchenko, Ukraynalı şair ve ressamın hayatını anlatan biyografik bir filmdir. Ancak bu film sansür yüzünden I. Savchenko hayattayken tamamlanamamış, o öldükten bir yıl sonra öğrencileri tarafından bitirilmiştir.

S. Parajanov, 1951 yılında Nigyar Seraeva isimli genç bir Tatar kızla evlendi. Ancak bu evliliği çok kısa sürdü. Çünkü Nigyar’ın ailesi onu istemediği biri ile nişanlamıştı. Nigyar, evlendikten yaklaşık iki hafta sonra kardeşleri tarafından vahşice öldürüldü. Bu acı olay Parajanov’un kalbinde dinmeyen bir sızıya dönüşmüş olmalı ki hayatı boyunca ondan çok nadiren bahsetti.

S. Parajanov, ilk kısa metraj filmi olan Bir Moldova Masalı (A Moldavian Fairy Tale) (1951) ile VGIK’ten mezun oldu. Film, Moldavalı şair Emilian Bucov’un başyapıtı niteliği taşıyan Andriesh (1946) isimli masal kitabında bulunan bir şiirden uyarlanmıştır. Bu film şuan kayıptır ancak Yakov Bazelyan ile yönetmenliğini yaptığı Andriesh (1954) filmi Bir Moldova Masalı filminin uzun versiyonu ve aynı isimli kitabın uyarlamasıdır. Andriesh, filmin baş kahramanı olan çobanın ismidir. Bu folklorik masal, koyun sürüsünü çalan sihirbaz ile sürüyü kurtarmaya çalışan Andriesh’in mücadelesini anlatır. Sürünün çalınması modern dünya için pek fazla anlam ifade etmese de o dönemde yaşayan insanların sonu anlamına gelmekteydi. Film, dönemin Sovyet masal filmlerinin estetik anlayışıyla benzer özellikler göstermektedir.

İmgeler Canlanıyor: Sinemasal Bir Yaşam

S. Parajanov, VGIK’ten hocası olan A. Dovzhenko’nun daveti üzerine 1952 yılında Kiev’de bulunan Dovzhenko stüdyolarında çalışmaya başlamıştı. 1959 yılına kadar sırasıyla Zolotye Ruki (1957) isimli kısa metraj belgeseli, Natalya Uzhviy (1957) ve Dumka(1957) isimli kısa filmleri çekti. 1958 yılında tamamladığı İlk Delikanlı (Pervyy Paren, 1958) filmi ise yönetmenliğini tek başına üstlendiği ilk uzun metraj filmidir. Parajanov’un erken dönem filmlerinden İlk Delikanlı ve Ukrayna Rapsodisi (Ukrainian Rhapsody, 1961) I. Savchenko’nun şiirsel sinema dilinden ve Dovzhenko’nun görsel estetiğinden izler taşımaktaydı.

Parajanov’un uluslararası anlamda tanınmasına vesile olan film ise Unutulmuş Ataların Gölgeleri (Shadows of Our Ancestors, 1964) olmuştur. Ukraynalı yazar Mykhailo Kotsiubynsky’nin romanından uyarlanan bu film Ivan ve Marichka’nın aşkını konu alır. Ancak filmin henüz başında kilisede yapılan ayin esnasında iki çocuğun babaları arasında tartışma çıkar. Tartışma kilisenin dışında kavgaya dönüşür; Marichka’nın babası Ivan’ın babasını öldürür. Bu olaydan sonra ikili arasında filizlenen aşk bir çeşit imkansızlığa dönüşür.

Karpatlarda yaşayan Hutsul halk hikayesinin bir uyarlaması olan Unutulmuş Ataların Gölgesi filmi Ukrayna dilinde çekilmiştir. Film bu coğrafyanın folklorik ve etnografik kültürü hakkında zenginlikler barındırır. Alışılmış ve kalıplaşmış sosyalist gerçekçi sinema dilini yerle bir eden bu film Narın Rengi’ne açılan bir kapı olabilir. S. Parajanov’un aktarımına göre Unutulmuş Ataların Gölgesi filmi resmi görevliler tarafından izlendikten sonra yasaklanmak istenmiş ancak iki gün sonra M. Kotsiubynsky’nin yüzüncü doğum günü vesilesi ile tepki çekmemek adına film gösterimi gerçekleşmiştir (Sergey Parajanov Anlatıyor, 2019). Ancak film, izleyenleri ikiye bölmüştür. Film dilinin Ukraynaca olması Ukrayna kültürünün ve dilinin yaygınlaşmasını isteyen kesimin övgülerine mazhar olurken Komünist Parti üyelerinin ise sert eleştirilerine sebep olmuştur. 1964 yılı, Unutulmuş Ataların Gölgesi filminin tamamlandığı yıl değildi yalnızca, aynı zamanda Nikita Kruşçev[3] döneminin de sona erdiği yıldı.

Bu dönemde Ukrayna’da muhalifler tarafından Ukraynaca dili ve Ukrayna kültürünün yeterince yaşatılmamasına tepki amaçlı çeşitli protestolar düzenlenmiştir. J. Radvanyi’nin aktarımına göre S. Parajanov muhaliflere açık bir şekilde destek vermiş, hatta filminin ilk gösteriminde yaptığı konuşmada Ukraynaca dilinin sinemada yeterince kullanılmadığını söylemiştir  (Radvanyi, 2019). S. Parajanov’un Sovyet rejimine dair yaptığı eleştiriler ve Sovyet muhalif aydınların tutuklanmasına karşı verdiği imzalar, iyice göze batmasına, düşman edinmesine ve üretimlerinin sekteye uğramasına neden olmuştu. Hatta yurtdışında birçok festivalden davet almasına rağmen yurtdışı çıkış yasağı yüzünden festivallere katılamamıştır.

Tabii bu baskı o yıllarda sadece Parajanov’un başına gelen bir olay değildi. A. Tarkovsky’nin Ivan’ın Çocukluğu (Ivan’s Childhood, 1962) filmi de benzer gerekçeler öne sürülerek sansürlenmiş ve gösterimi engellenmiştir. S. Parajanov için Ivan’ın Çocukluğu filmi sanatsal kavrayışı açısından bir dönüm noktası olmuştur. Bu film onu derinden etkilemiş ve sinema dilinde köklü bir değişime gitmiştir. Özellikle Unutulmuş Ataların Gölgesi (Shadows of Our Ancestors), Narın Rengi (The Color of Pomegranates) ve Âşık Garip (Ashik – Kerib) filmlerinde bu değişim net bir şekilde görülebilir. Parajanov’un Ivan’ın Çocukluğu filmine verdiği destek ve övgü dolu sözleri halihazırda birbirinden haberdar olan iki büyük sanatçının sarsılmaz dostluğuna dönüşmüştür.

S. Parajanov 1967 yılında Ermeni şair ve müzisyen Sayat Nova’yı[4] anlatan bir film yapması için Ermenistan’a davet edilmiştir. Ermenistan’da yaşayan bir çok sanatçı ve aydın bu filmin yapımı için destek olmuştur. Film mekanı olarak bir Orta Çağ manastırı olan Hağpat manastırı seçilmiştir. Parajanov bu filmi biyografik bir film olarak tasarlamamıştır. 1966 yılında tamamladığı senaryo bir şairin şair olmasının bütün koşullarını yaratan atmosferin anlatıldığı görsel bir şiir gibiydi. Teknik yetersizliklerle tamamlamış olduğu Sayat Nova filmi Parajanov için ayrı bir öneme sahiptir. 1988 yılında Münih Film Festivali’nde yapılan röportajda Sayat Nova filmi için söylediği sözler bu durumu apaçık anlatmaktadır:

[…] Aslında hiçbir şeyim yoktu. Ne yeterli ışıklandırmam vardı, ne rüzgar makinem ne de özel efektler kullanma ihtimalim. Yine de bütün bunlara rağmen, filmin kalitesi tartışılmaz. Bu durumun neticesi ilkel ve gerçekçi ortamların varlığı oldu, tıpkı tipik bir köydeki ya da sıradan bir bozkırdaki ortam gibi… Küçük hindiler, küçük hindiler gibi gösterildi… Gerçek bir durumdan bir peri masalı yaratıldı. Bütün bunlar “hiper-gerçekçilik” izlenimi vermenin farklı yolları oldu. Eğer kaplana ihtiyaç duyarsam, bir oyuncaktan kaplan yaparım. Bu da gerçek bir kaplandan daha fazla etki yaratır. Bezden yapılmış bir kaplanın kahramanı korkutması daha ilginç olsa gerek (Sergey Parajanov Anlatıyor, 2019).

Teknik imkansızlıklar onun ustalığı ile birleşerek yaratıcı bir imkana dönüşmüştü ancak Unutulmuş Ataların Gölgesi filmi gibi Sayat Nova filmi de anlaşılmaktan uzak, dönemin Sovyet sinema diline aykırı bulunduğu gerekçesiyle sert eleştirilere maruz kaldı. Tabii akabinde de film sansüre uğradı. Sergei Yutkevich tarafından filmin bazı sahneleri kesilip yeniden montajlandı filmin ismi de Narın Rengi (The Color of Pomegranates,1969) olarak değiştirildi. Parajanov’un Sovyet cenahından yediği asıl ambargo, 1969 yılında Sayat Nova’nın hayatına dair çektiği filmin ardından başladı. Bu filmle birlikte yazdığı film senaryoları teker teker reddedildi ve Parajanov yalnızlaştırıldı. Fakat bu yalnızlık ve reddedilişler, Parajanov’u sindirmedi. Yazdığı senaryolar ve yaptığı kolaj çalışmalarıyla içinde sanat aşkını hep taze tutmayı başardı; çocukluğunun içinde geçen imgeler ve olaylar, onun sanattan vazgeçmesini sürekli engelledi; hatırladığı birçok anı, sanatın incelikleriyle doluydu.

1971 yılında çalışmalarını sürdürdüğü Kiev’de Parajanov hakkında KGB tarafından kapsamlı bir rapor hazırlanmıştı. Unutulmuş Ataların Gölgesi filminin çekimleri sırasında kiliseye ait bazı eşyaların çalınması, rejime zarar verebilecek düşünceleri ve söylemleri gibi çeşitli suçlamaların yöneltildiği bu rapor 1973 yılında Parajanov’un tutuklanmasına neden oldu (Steffen, 2013, ss. 186 – 187). Toplam beş yıl cezalandırılan Parajanov, üç buçuk yıl boyunca ağır şartlarda çalışma kamplarında esir kaldı. Bu dönemde Sovyetler birliğinde yaşayan bir çok sanatçı ve aydın Parajanov’un tutuklanmasına itiraz etti ve imza kampanyaları başlattı. A. Tarkovsky’nin Parajanov’un tutukluluğuna itiraz için 1974 yılında adli makama yazdığı mektubun sonu şu sözlerle bitiyordu: “O suçlu, kendi yalnızlığında suçlu. Biz de onu her gün düşünmediğimiz ve onun ustalığının önemini keşfedemediğimiz için suçluyuz.” (Tarkovski, 2011, s. 104)

1975 yılına gelindiğinde Sovyetler Birliği’nde genel bir af ilan edilmişti ancak Parajanov bu aftan yararlanamadı. Tutukluluğunun dördüncü yılında Parajanov’un esaretini protesto etmek amaçlı uluslararası bir imza kampanyası başlatıldı. Bu kampanyayı imzalayanlar arasında Federico Fellini, Michelangelo Antonioni, Luis Buñuel, François  Truffaut, Jean-Luc Godard, Pier Paolo Pasolini gibi dünyaca ünlü sanatçılar vardı. Ancak onun hapishaneden bir yıl erken çıkmasına vesile olan isim ünlü Fransız şair Louis Aragon oldu. Aragon’un araya girip Brezhnev’den isteği üzerine Parajanov, 1977 yılında özgürlüğüne kavuştu (Steffen, 2013, s. 194-197). Hapis hayatının, esir olmanın, Parajanov’un zihninde bizlerinkinden çok daha başka anlamı olmalı çünkü Parajanov’un sanatının kendine has özgürlüğünde, esir edilmiş olmasının çok derin etkileri vardır. Onun yaşamı, başlı başına bir manifesto gibidir çünkü. Parajanov, özgür olabilmek, özgürce düşünüp üretebilmek için özgürlüğe ihtiyaç duymamıştır. Kurallar, kanunlar, engeller, mesafeler ya da esaret Parajanov’un sanatsal üretime dair ateşini söndürmek bir yana, o ateşin körüklenmesine sebep olmuştur.

Sergei Parajanov, “özgürlüğüne” kavuştuğunda Ukrayna’ya dönmesi ve film üretmesi yasaklanmıştı. Bunun üzerine Tiflis’e dönüp ailesinin evinde yaşamaya başladı. Ancak yasak gibi gerekçeler gerçek bir sanatçının üretimini durdurması için asla bir gerekçe olamaz. “Sanatçı, durumun hakimi değil, hizmetkarıdır. Yaratıcılık, onun için yegane varoluş biçimidir ve yarattığı her eser, onun için gönüllü olarak kaçamayacağı bir eylemdir” (Tarkovski, 2008, s. 32). S. Parajanov, bu yasaklı süreçte sıkıştırılmış film diye nitelendirdiği kolaj çalışmalarını üretti, film senaryoları yazmaya devam etti. Parajanov, eline geçen bütün nesneleri yaratıcı kabiliyeti ve usta elleriyle yoğurup plastik birer malzemeye dönüştürüyordu. Üretim yapmadığı tek bir an yok gibiydi. 15 yıl sonra film yasağının kalkması ile birlikte yaptığı ilk film Suram Kalesi Efsanesi (The Legend of Surami Fortress, 1985) oldu. Film, Gürcü yazar Daniel Chonkadze’nin yazdığı halk masalının uyarlamasıdır. Bu film yurt dışında çeşitli festivallerden davet almıştır. 1986 yılında Gürcü ressam Niko Pirosmani ve onun eserlerini konu alan Pirosmani Teması Üzerine Arabesk Çeşitlemeler (Arabesques on the Pirosmani Theme) filmini yapmıştır. S. Parajanov son filmi Âşık Garip’i (Ashik Kerib, 1988) Rus yazar Mihail Lermontov’un aynı isimli öyküsünden uyarlamıştır. Hapishanede senaryosunu yazmış olduğu İtiraf (The Confession) isimli filmini ise tamamlayamamıştır.

Hafıza Mekanı Olarak Parajanov Müzesi

Ya ana düşersiniz ya da o anı analiz edersiniz. Milyarlarca insanın ürettiği milyarlarca analiz bulabilirsiniz. Ancak o anın duygusu tektir ve yalnızca o ana aittir.  Bir daha da yaşanması mümkün değildir. Bu yüzden Parajanov’un  sanatsal üretimini bir çerçeveye sokmak ya da bir kuramın sınırlılığına mahkum edip, sonra da analiz etmek gibi beyhude bir çabanın içerisine girmek yerine Tarkovsky’nin deyimiyle mühürlenmiş bir zamanın izini sürmeye çalışacağım. Yani yöntem olarak yolcu olmayı tercih edeceğim. Onun hafızasının geniş ovalarına giden bir trenin yolcusu.

“Hafıza sadece onu güçlendiren ayrıntılarla uyuşur, çünkü duygulara dayalı ve sihirlidir; buğulu, karışık, iç içe geçmiş, kabataslak, özel ve simgesel anılardan beslenir; her tür aktarıma, perdeye, sansüre ve yansıtmaya karşı duyarlıdır.” (Nora, 2006, s. 19) Sanatçı yaşadıklarıyla doğar, hatırladıklarıyla yaşatır.

Hafıza, yaşamı üretebilmemizi sağlayan dinamik ve mutlak bir güçtür. Ancak insan dünyaya fırlatıldığı an itibari ile ontolojik bir yoksunluğun içine atılmıştır ve unuttuğu şeyi arıyordur. Bu yoksunluğun kaynağını, yani varlığı arayan insan derin bir bilme arzusuyla yaşar. Antik Yunanlara göre sanat, poiesistir. Yani mevcut olmamaktan mevcudiyete doğru bir çıkıştır, gizin ortadan kalkmasıdır. Sanatçı ise bu eyleme vesile olandır. İşte bu vesile yine Greklerin kullandığı bir kavram olan tekhne sayesinde gerçekleşir. Tekhne, bilmenin geniş bir anlamını içerir. (Heidegger, 1998, s. 51-52). Antik Yunanlar için bilmek eylemi, bildiğin şeyi olmayı da içerir. S. Parajanov, bu çok yönlü bilmenin bir adı olan teknik bilgiye sahip bir sanatçıydı. Onun kendi deyimiyle artistismus’u -sanatsal yaratım kabiliyeti- buradan gelmekteydi. Bir çerçevenin içine sığdırdığı objeler geçmişte durduğu zamandan hafızanın büyüleyici gücü ile dışarı taşıyordu. O dışa taşan imge ise bizim zihnimizde yeni bir ana dönüşüyordu.

A. Tarkovsky, şöyle soruyordu: “Zaman geri getirilemez, derler. Bir bakıma doğrudur, geçmiş geri getirilemez. Ancak herkes geçmişte, şimdiki zamanın geçip giden geçici olmayan gerçekliğini bulduğuna göre ‘geçmiş’ ne demek oluyor ki?” (Tarkovski, 2008, s. 45).

Marcel Proust’un kelimelerle gün yüzüne çıkardığı geçip gitmiş zaman dediğimiz, müphem, kayıp bir zamanı benzer biçimde Parajanov da filmleri ve kolajları ile yapar. İkisinin de ortak noktası, sanatlarını icra ederken; akıp giden bir zamanı yeniden biçimlendirmek, ete kemiğe büründürmek, bu yolla kimi zaman hesaplaşmak kimi zaman hatıraları yeniden canlandırmaktır. Proust’a öykünür biçimde, eşyanın bir hafızası olduğuna inanır Parajanov da. Kolajlarında, resim ve filmlerinde görebileceğimiz üzere bazen yırtık bir fotoğraf, ailesinden kalmış önemsiz diyebileceğimiz bir nesne, kırık bir ayna, bazen bir eldiven, eskimiş bir defter ve buna benzer pek çok şey onun ana malzemesidir. Sıradışı bir yöntemle bir araya getirdiği bu nesneler sanatsal bir biçim kazanarak derin hikayeler anlatır.

Maddi sınırlar içinde düşündüğümüzde zaman, bizden bağımsız olarak akıp gider, bu akışı durdurmak mümkün değildir. Ancak Parajanov gibi sanatçılar için geçip gitmiş diye bir şey yoktur. O, zihnine kaydettiği, benliğinin derin, karanlık koridorlarına yerleştirdiği imgeleri bir araya getirerek sanatsal bir forma büründürür. Bu yolla sanatçının öznel bir zamanı olduğunu kanıtlar. Parajanov Müzesi’nde gördüğümüz eserler onun yaşam hikayesinin özetidir. Her çalışmasının arka planında bir hesaplaşma, gün yüzüne çıkarma, kayıp bir zamanı şimdiye mühürleme, bir sabitleme vardır.

1988 yılında Ermenistan hükümeti tarafından açılmasına karar verilen Sergei Paradjanov Müzesi aynı yıl gerçekleşen büyük deprem nedeniyle Parajanov’un ölümünden bir yıl sonra  1991 yılında açılmıştır. Yerevan şehrinin Dzoragiugh 1 numaralı sokağında bulunan Paradjanov Müzesi çeşitli sanat eserlerinin sergilendiği bir binadan öte bütün heybetiyle canlı, nefes alan bir hafıza mekanıdır. Müzenin müdürü, küratör ve fotoğraf sanatçısı Zaven Sargsyan’dır. Müzenin girişinde film afişleri, müzeyi ziyaret eden önemli isimlerin fotoğrafları, kronolojik bir öz yaşam öyküsü sergilenmektedir.

Giriş, birinci katta bulunan salona açılır. Bu salonda ise Parajanov’un aile fotoğrafları, kişisel eşyaları, kolaj çalışmaları, resimleri, mozaikleri ve heykelleri bulunmaktadır.

Müzenin ikinci katında bulunan salonda filmleri için tasarladığı kostümler, film taslakları, kolajları, mektuplar ve filmlerinden parçaların gösterildiği bir monitör bulunmaktadır.

İkinci kattaki giriş üç odanın bulunduğu hole açılmaktadır. Bu holde İtalyan şair, yazar ve senarist Tonino Guerra, Ermeni Ressam Eduard Isabekyan, İranlı yönetmen Abbas Kiarostami gibi pek çok tanınmış sanatçının Parajanov’a hediye etmiş olduğu çeşitli eserler sergilenmektedir.

Holdeki ilk iki oda Sergei Parajanov’un evinin odalarıymış gibi tasarlanmıştır. Diğer odada ise Parajanov’un hapishanedeyken yaptığı çizimler ve bazı mektuplar sergilenmektedir.

Sergei Paradjanov Müzesi’nde 600’ün üzerinde eser sergilenmektedir. Müze açıldığı yıldan itibaren 30’dan fazla ülkede 64 sergi düzenlemiştir. Sergei Paradjanov Müzesi’ndeki sergiden sonra düzenlenen en büyük ikinci sergi “Parajanov Sarkis İle” adıyla İstanbul’da Pera Müzesi’nde gerçekleşmiştir.

SONUÇ YERİNE

Bütünün mükemmel olması için ayrıntıların kusursuz olması gerekir. Parajanov’un artistismus’u yarattığı eserlerin kusursuz ayrıntılarında gizliydi. Bir bütün olmak üzerine bir araya getirilen bu ayrıntılar ise sanat eserinde gizlerini açarak varlığa dönüşüyorlardı. İşte bu varlığa getirme -gizini açma- durumuna vesile olan kişi sanatçıdır. Abbas Kiarostami, “hikaye, biz ona rastlamadan önce başlar ve biz arkamızı dönüp gittikten çok sonra sona erer” der (Cronin, 2018, s. 26). Bu çıkarım müzede bütün yalnızlığıyla duran eserler için de geçerlidir.

S. Parajanov, hayatını sonsuz bir filmin baş kahramanı gibi yaşıyordu. Üstelik bu hayat metreyle satın da alınmıyordu. Onun için her mekan bir sahneydi. Yaşadığı her mekana, yaptığı her esere, zamanın ruhunu üflüyordu.

______________________

Dipnotlar:

[1] Sergei Parajanov, “The Color of Pomegranates” (1969).

[2] Artistismus sözcüğü literatürde olmayan bir kavramdır. S. Parajanov bu sözcüğü geniş anlamıyla sanatsal yaratım kabiliyeti olarak nitelendirmiştir.

[3] Kruşçev, J. Stalin’den sonra Komünist Parti Merkez Komitesi sekreteri olmuştur. Bu dönem destalinizasyon dönemi diye de adlandırılmıştır.

[4] Asıl ismi Harutyun Sayadyan (1712-1795) olan şair eserlerini Ermenice, Gürcüce ve Azerice dillerinde yazmıştır. Sayat Nova, Kafkasya ve İran bölgesine özgü tar, kamancha ve chonguri enstrümanlarını çalıyordu. Müziklerini ve ses düzenlemesini Tigran Mansurian’ın yapmış olduğu Sayat Nova filminde bu enstrümanlar çarpıcı bir şekilde kullanılmıştır.

______________________

Kaynakça:

Cronin, P. (2018). Abbas Kiyarüstemi ile Sinema Dersleri . İstanbul.

Heidegger, M. (1998). Tekniğe İlişkin Soruşturma. İstanbul: Paradigma Yayınları.

Nora, P. (2006). Hafıza Mekânları. Ankara: Dost Kitapevi Yayınları.

Sergey Parajanov Anlatıyor. (2019, Ocak 21). Ocak 2, 2020 tarihinde Pera Müzesi Blog: https://blog.peramuzesi.org.tr/pera-film/sergey-parajanov-anlatiyor/ adresinden alındı

Steffen, J. (2013). The Cinema of Sergei Parajanov. London: The University of Wisconsin Press.

Tarkovski, A. (2008). Mühürlenmiş Zaman. İstanbul.

Tarkovski, A. (2011). Zaman Zaman İçinde. İstanbul: Agora Kitaplığı.

Radvanyi, J. (2019). Parajanov Kafkasların Yaramaz Çocuğu. https://www.youtube.com/watch?v=oDqvGCmyixM

beraberceden duyurular, haberler ve etkinlikler için e-posta listemize katılın!