Hatıla! projesi kapsamında gerçekleştirdiğimiz “beraberce Değişim Programı: Hafıza Mekanları programını DVV International’ın Türkiye temsilcisi ve stratejik partneri olarak yürütüyoruz.
Programda 2017-2019 yıllarında kolektif hafıza, hatırlama, unutma ve yüzleşme konularına ilgili ve eleştirel yaklaşımı olanların, hafıza ve vicdan mekânlarının demokratikleşmeye katkıda bulunabileceğine inananların, dünyadaki deneyimlerden yararlanmalarını, bilgi ve deneyim değişimi yapmalarını ve bu deneyimi Türkiye için işlevselleştirmelerini amacıyla onlarca gönüllümüz dünyanın dört bir yanındaki hafıza ve vicdan mekanlarında 30-60 gün geçirdiler. Deneyimlerini blog yazılarıyla paylaşan beraberce gönüllüleri, Deneyim Paylaşım Atölyeleri ile de Arjantin’den Bosna’ya, Hollada’dan Güney Afrikaya çeşitli hafıza ve vicdan mekanlarına dair deneyimlerini, çalışma alanlarını paylaşmaya devam ediyor.
Aleks Can Çidem / beraberce Değişim 2018 Gönüllüsü
Zachor’da son günlerim… Bir aylık çalışmamın ardından buradan ayrılıyorum. Zachor’un bana kattıklarıyla beraber İstanbul’a dönüyorum. Çalışmalarıma İstanbul’da da devam etmek için sabırsızlanıyorum. Zachor, bana öncelikle soykırım ve katliamlarla ilgili bilgilerimi ve araştırmalarımı diğer insanlarla nasıl paylaşmam gerektiğini gösterdi. Zachor, Holokost gibi konuları öğretmeyi ve soykırımlarla ilgili eğitici çalışmalar yapmayı amaç edinmiş bir sivil toplum kurumu.
Bildiğimiz üzere soykırım ülkemizde bütün gerçekliğiyle anlatılamıyor. Aynı problemin Macaristan’da da olduğunu gördüm. İnsanlarla konuştuğunuzda Holokost hakkında en çok sarf ettikleri kelime “Bilmiyorduk.” idi. Türkiye’de ise daha çok “Biz her şeyi biliyoruz.” durumu var. Ben bu iki yargının birbirlerinden çok da farklı olduklarını düşünmüyorum. Çünkü ikisi de yanlış eğitim sisteminin bir ürünü.
Soykırımlar tüm gerçeklikleriyle anlatılmadıklarında bu tür düşüncelerin ortaya çıkması gayet olağan. Birçok Türkiyeli gencin Ermeni soykırımı hakkında bilgisi yok. Türkiye’deki Ermenilerin yaşananlar hakkında konuşması zor ama sağ kalanlar hakkında konuşmak daha zor. Soykırım, doğru ve kesin bir dille anlatılmadığında öğrencilerin kimliği için de belirleyici bir etken oluyor. Hrant Dink’in bir röportajında belirttiği gibi; “Türkiye’deki ders kitapları, insanlara Ermenilerin Türkleri katlettiğini öğretiyor.” Lise çağlarındaki öğrenciler için bu, kendi kimliklerinden uzaklaşmalarına sebep oluyor. Bu aynı zamanda Türk kimliğinin de şekillenmesinde rol oynuyor. Yeni Türkiye’nin kimliğinin yükselişinde Ermeni soykırımı önemli bir rol oynuyor. Ermeni ifadesi nefret edilen bir düşman gibi kabul ediliyor. İşte, Zachor tam da bu aşamada devreye girmiş bir kurum. Asıl amacı her şeyi olduğu gibi anlatmak. Çalışmalarında kullandıkları dile, her yaştan ve her kimlikten insanların anlayacağı şekilde anlatmaya dikkat ediyorlar. Çalışmaları genellikle trajediye maruz kalmış kişilerin ilk ağızdan röportajları yoluyla gelişiyor ve bu sayede öğrencileriyle daha sağlıklı iletişim kurdukları programlar organize ediyorlar.
Son haftalarda bir yüksek lisans öğrencisiyle birlikte bir IWalk etkinliği yaptık. Kendilerinden yaşadıkları topraklarda gerçekleşen bir trajedi hakkında tez hazırlamaları istenmiş. Bu çalışmamızda Türkiye’den gelen bir arkadaşımızla tanıştım. Kendisi Ermeni soykırımı üstünde çalışacağını söyledi. Zachor, yüksek lisans öğrencilerine yardımcı olabilecek kaynakları önerip her zaman yardım edebileceklerini belirtti. Bir ay boyunca birçok insanın hikâyelerine tanıklık ettim. Farklı kimliklerden insanların yaşadıkları farklı trajedileri dinledim. Bunların bir kısmını, trajediyi yaşadıkları mekânlarda deneyimledim. Bu deneyimlerimin ardından araştırma yönümü soykırımdan sonra yeni kimlik arayan Anadolu’ya çevirdim. Benden bir video metni hazırlamam istendi. Ben de kimlik konusunu ele aldım. Araştırmalarıma öncelikle soykırım döneminden sonra Türkiye kimliğiyle başladım. Katliamların yaşandığı yerlerin isimlerinin değiştirildiğini öğrendim. Örneğin sokak isimlerinin, “Boğazkesen” ve “Kanlıdere” olduğunu gördüm. Bunların aslında birer hafıza mekânına dönüştürülebileceğini düşündüm. Asimilasyon politikalarından ziyade Ermeni soykırımıyla beslenen bir kimlikle başlayıp ve Ermeni Soykırımı’ndan sonra hayatta kalanların kimlik bulma çabasıyla devam ettim.
Araştırmalarımda, kendi yaşadıklarını yazılara döken veya sanatına aktaran trajediye maruz kalan insanlarla karşılaştım. Soykırım döneminde kendi kimliklerini değiştirip gizli şekilde yaşayan müslümanlaştırılmış Ermenilere tanıklık ettim. Türkiye’deki toplumların travmalarını ve paranoyalarını öğrendim.
Şekillendirilen Ermeni kavramını ve devam eden öfkeyi, İngiliz veya Fransız senatosunun vereceği kararların değiştirmeyeceğini biliyordum. Halkların kuracağı sağlam temellere dayanan barış için karşılıklı diyaloğun tek çözüm olduğunu biliyordum ama bu konu hakkında sağlıklı diyaloğun nasıl kurulabileceğini burada deneyimledim. Umarım ileride Anadolu topraklarının daimî bekçileriyle Türkiye arasında hoşgörülü diyaloglar gerçekleşir ve barış için önemli adımlar atılır.